Milliyetçilik İlkesinin Doğal Sonucu Hangi İlkedir? Küresel ve Yerel Perspektiften Bir Bakış
Merhaba! Bugün üzerinde kafa yorarken bir yandan da bu konuyu sizlerle paylaşmak istedim. “Milliyetçilik ilkesinin doğal sonucu hangi ilkedir?” sorusu bana çok ilginç geldi çünkü aslında bu soru sadece teorik değil, aynı zamanda hayatın içinde bir yerlerde de yankı buluyor. Hem Türkiye’de hem de dünyada milliyetçilik fikri, farklı şekillerde varlık gösteriyor ve bu da doğal olarak farklı sonuçlar doğuruyor. Gelin, bu soruyu hem küresel hem de yerel açıdan ele alalım.
Milliyetçilik Nedir ve İlkesi Ne Anlama Gelir?
Milliyetçilik, halkların kendi kimliklerine, kültürlerine ve bağımsızlıklarına duyduğu bağlılık olarak tanımlanabilir. Milliyetçilik ilkesinin özü, bir milletin kendi devletini kurma, koruma ve geliştirme arzusudur. Ama bu ilke sadece bir halkın içindeki dayanışmayı artırmakla kalmaz, çoğu zaman milliyetçiliğin sonucu olarak başka ilkeler de gündeme gelir. En basit tabirle, milliyetçilik bir milletin kendi çıkarlarını savunması anlamına gelir. Ancak bu “kendi çıkarlarını savunma” meselesi, bazen sınırlarını aşan ve küresel denklemleri etkileyen bir hale gelebilir.
Milliyetçilik İlkesinin Doğal Sonucu: Egemenlik ve Bağımsızlık
Bence, milliyetçilik ilkesinin doğal sonucu, en başta egemenlik ve bağımsızlık ilkeleriyle bağlantılıdır. Milliyetçilik, bir ulusun kendi kaderini tayin etme hakkını savunur. Bir milleti bir arada tutan bağlar, onu dış müdahalelere karşı savunma refleksi geliştirmeye iter. Bu da egemenlik ve bağımsızlık taleplerini doğurur. Yani, milliyetçilik ne kadar güçlenirse, bir o kadar da ulusal egemenlik ve bağımsızlık isteği de artar. Bu, aslında çok temel bir mantıkla işler. Her milliyetin, kendi sınırları içinde karar alma hakkına sahip olması gerektiği düşüncesi, milliyetçiliğin en temel amacıdır.
Bunu küresel ölçekte düşündüğümüzde, örneğin Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden ayrılma kararı, milliyetçilik anlayışının bir sonucuydu. Brexit, tamamen İngiltere’nin ulusal egemenliğini yeniden kazanma isteğinden doğmuş bir hareketti. İnsanlar, kendi ulusal çıkarlarının, birleşik bir Avrupa’dan çok daha fazla önemli olduğuna inanmışlardı. Yani, milliyetçiliğin en doğal sonucu, bir anlamda ülkelerin kendi bağımsızlıklarını yeniden tesis etme arzusudur.
Türkiye’de Milliyetçilik ve Egemenlik Anlayışı
Türkiye’de milliyetçilik ve egemenlik meselesi çok derin bir kökene sahiptir. Tarihsel olarak bakıldığında, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüyle birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması, milliyetçilik anlayışının somutlaşmış bir örneğiydi. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte halkın kendi egemenliğini elinde tutma, bağımsız bir devlet olarak kendi kararlarını verme anlayışı yerleşti. Bugün Türkiye’deki milliyetçilik de çoğunlukla bu egemenlik ve bağımsızlık anlayışını savunuyor.
Özellikle, “milli güvenlik” gibi konularda milliyetçi bir yaklaşım ön plana çıkıyor. Dışarıdan gelen tehditlere karşı milliyetçi bir dayanışma ve ulusal egemenliği savunma arzusunun da etkisiyle Türkiye, dış politikasında bağımsız hareket etmeyi daha fazla tercih ediyor. Suriye meselesi, Doğu Akdeniz’deki enerji arayışları ve benzeri konular, Türkiye’nin milliyetçi reflekslerinin birer örneği olarak gösterilebilir.
Küresel Perspektiften Milliyetçilik ve Küreselleşme
Küresel ölçekte bakıldığında, milliyetçiliğin bir sonucu olarak ulusal egemenlik ve bağımsızlık anlayışının güçlendiğini söylemek mümkün. Ancak bu, bazen küreselleşmenin getirdiği çok uluslu yapılarla çelişebiliyor. Küreselleşme, dünya çapında bir iş birliği ve entegrasyon çağrısı yaparken, milliyetçilik bu iş birliğinin önünde bir engel olabiliyor. Avrupa Birliği’nin içinde bulunduğu krizler, yani Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılması, Polonya ve Macaristan’ın AB değerlerine karşı çıkan tutumları, bu iki fikrin çelişkisini çok iyi bir şekilde gözler önüne seriyor.
Birçok ülke, ulusal çıkarlarını savunarak, küresel anlaşmaların ve organizasyonların içinde kendi bağımsızlıklarını tehdit altında görüp milliyetçi reflekslerle hareket ediyorlar. Bu da demektir ki, milliyetçilik küreselleşmeye karşı bir savunma hattı oluşturuyor. Amaç, kültürel kimliği ve ulusal egemenliği korumak.
Milliyetçilik ve Kimlik Sorunları
İlginçtir ki, milliyetçilik bazen kimlik sorunlarını da doğurabiliyor. Küresel dünyada, göçmen akınları ve ulusal kimliklerin birbirine karışması, milliyetçiliği bazen daha radikal bir noktaya taşıyor. Bir yanda milliyetçilik, kendi ulusal kimliğini savunma isteğinden doğarken, diğer yanda bu milliyetçilik, çoğu zaman azınlık grupları, göçmenler ve farklı kimliklere karşı bir dışlama politikası güdebiliyor. Bu da milliyetçiliğin, egemenlik talebinin bir arka planında insan hakları ve kimlik meseleleriyle çatışmaya girmesine yol açabiliyor.
Türkiye örneğinden gidersek, milliyetçi hareketler zaman zaman etnik köken, din, mezhep gibi ayrımcılıklara dayalı bir söylem geliştirebiliyor. Bu noktada milliyetçiliğin her zaman ulusal egemenliği ve bağımsızlığı savunsa da, bazen içindeki kimlik siyaseti çok karmaşık hale gelebiliyor.
Sonuç: Milliyetçilik ve Egemenlik Arasındaki İlişki
Sonuç olarak, milliyetçilik ilkesinin doğal sonucu genellikle egemenlik ve bağımsızlık olmuştur. Milliyetçilik, bir ulusun kendi kültürünü, kimliğini ve çıkarlarını koruma isteğidir. Bu da ulusal egemenlik ve bağımsızlık anlayışını doğurur. Ancak bu sonuç her zaman pozitif anlamda değil, bazen kimlik sorunları ya da küreselleşme ile çatışma gibi olumsuz durumlara da yol açabilir.
Hem Türkiye’de hem de dünyada milliyetçilik, kültürel ve siyasal dinamiklere göre farklı şekillerde ortaya çıkıyor. Ama sonuçta, milliyetçilik bir milletin kendi bağımsızlık ve egemenlik haklarını savunmasıdır ve bu fikir dünya çapında çeşitli şekillerde yankı bulur.